Sayfalar

2 Aralık 2010 Perşembe

BİRİLERİ HAYALLERİMİ ÇALMIŞ!

Geçenlerde bir arkadaşım sevgilisinden bahsediyor ağzından bal damlaya damlaya "inanamazsın" diyor, "kız hayal kuruyor. Ne olur karşı gelme dedi bana, hayal kurmak onu mutlu ediyormuş. Ben galiba bu kıza aşık oluyorum"... Başta 'ee ne var ki bunda' dedim içimden, adamı seviyor, illa ki düşler kuracak...

Adam evli, son dönemlerde boşanma kararında gerçi ama bunun şu andaki kızla bir ilgisi yok. Bahsi geçen hatun kişi de evli, 2 çocuk annesi. Onun planları içinde boşanma gibi bir durum söz konusu değil. Yani sonuç olarak aslında geleceklerini birlikte devam ettirmeleri gerçekten hayal...

Ve birden dank etti!.. Ben hayal kuramaz olmuşum. Düşündüm en son hayalim neydi? Neyi geceleri başımı yastığa koyduğum anda düşleyerek uyumak bana mutluluk verdi? Yok... Hatırlayamıyorum, neydi, ne zamandı hiç bilmiyorum...

Hep böyle değildi; hiç mantığıyla yaşayanlardan olamadım ki zaten. Kalbinle eş çalışıyorsa beynin hayalsiz yaşayamazsın ki-yaşayamazdım ki... Geceleri yatar yatmaz uyuyabilenlerden değilim ne yazık ki. En az 1 saat falan döner dururum yatakta kendimi bildim bileli. İşte o bir saat benimdi her zaman. Vakit geçtir, gece bütün sessizliğiyle senindir... Düşünürsün... Önce günün getirdikleri canlanır yeniden gözünde, az biraz hesaplaşma... Sonra giderek önündeki günlerin hayalini kurmaya başlarsın, minicik detayları canlandırırsın. Burnuna kahvenin kokusu bile gelir, perdelerin desenleri canlanır gözünde. Oturduğun kanepenin yumuşaklığını hissedersin... ve uyku sarar seni; böyle zamanlarda rüyaların da genelde kabus değildir zaten. Sabah uykunu almış uyanır, yeni güne hazırlanırsın...

Belki çok gençtim daha. Belki o kadar da incinmemiştim henüz, ya da kurduğum hayaller birileri tarafından unufak edilip sivri uçlarıyla saplanmamışlardı kalbime. Veya beni en çok mutlu edeceğini sandığım şeyin en kötü kabusumdan beter hale dönüşebileceğini yaşamamıştım. Ya da o filmdeki gibi insan büyüdükçe hayalleri küçülüyordu... Sonuçta hayal kuramaz oldum. İstersem kör kütük aşık olayım, o işin sonunun mutlu olmayacağını göre göre kalbimi dinleyip yaşasam da hala dibine kadar, hayal kuramıyorum. Geceleri yatağıma uzandığım zaman beynime kemirgenler üşüşmeye başladığından beri tek başıma uyku bana haram oldu. Bir film açıyorum en sabun köpüğünden, izlerken uyumaya değil, sızıp kalmaya çalışıyorum. Arada filmler uc uca ekleniyor, günün ilk ışıkları gözlerime batıp zorla uykuya mecbur ediyor. Rüyalar hep karman çorman, seneler oldu dinlenmiş uyanmaya hasretim... Her sabah 100 yaşın bitkinliğiyle başlıyorum yeni güne...

Her hayalim özümden bir şeyler çalmış, hayal kurma yeteneğim birilerine ölçüsüzce satılmış... Elimde kalmış minicik bir tutam, ya onu da kaptırırsam korkusundan artık sadece umut edebiliyorum...

Ve Çizmeli Kedi "mim"le tanıştı :D

Artık cehaletime vereceksiniz, bu blog olayına zaten oldukça yeniyim. Bugün sevgili  uyumuycamın beni mimlediğini öğrendim. Dediğim gibi, benim için yeni bir keşif, e haliyle insanda heyecan falan yapıyor :) Başta bi "bu ne ki" durumlarından sonra gelelim anket cevaplarına (yok bende bu aralar sanırım cümle kurma yetisi ve anlatım kabiliyeti, uzatmayım o yüzden)

1-en sevdiğiniz kelime : huzur (zormuş be, tını olarak değil kavramlar geliyor hep aklıma... ille kelimeyse "bebeğim"-ama illa ki dolu dolu içten söylenecek, anne bebeğine ya da erkek sevdiğine)

2-nefret ettiğiniz kelime : peki! (hele sonuna bir de ismin geliyosa direk topukla demektir. duymaktan hiç hoşlanmadığım gibi çok insanı da sinir etmişliğim mevcuttur)

3-ne sizi heyecanlandırır? : hiç bilmediğim bir şehri keşfetmek... çok sevdiğim birine bir sürpriz hazırlamak

4-heyecanınızı ne öldürür? : etrafımdaki bir-iler-inin bana bakan boş gözleri...

5-en sevdiğiniz ses : sevdiğimin uykusundaki mırıldanışları (homurtular ve horultular anlaşılmasın lütfen :P)

6-nefret ettiğiniz ses : viyaklayan, ciyaklayan ama ne olursa olsun hiç susmayan 3-5 yaş arası çocuklar...

7-hangi mesleği yapmak istemezsiniz? : hayatta bir kreş öğretmeni olamazdım...


8-hangi doğal yeteneğe sahip olmayı isterdiniz? : istemeninde ötesinde; hayattaki bazı olmazları oldurmak için hakkaten çok şey feda edebilirim

9-kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz? : mantığıyla hareket edebilen bir kadın olabilir belki, somut birisi yok...

10-nerede yaşamak isterdiniz? : ahh bunun cevabı sadece "PARİS"

11-en önemli kusurunuz : belli aralıklarla kendime yeminler etsem de illa ki tekrarladığım "birilerine haddinden fazla değer verip güvenmem"


12-size en fazla keyif veren kötü huyunuz : sigara; şu an yaptığım gibi...

13-kahramanınız kim? : hiç olmadı

14-en çok kullandığınız kötü kelime : en çok diye bişi yok, arada sayıp söverim işte...

15-şu anki ruh haliniz : tazelenmiş aşk dolu

16-hayat felsefenizi hangi slogan özetler : hayatta herkesin başına her şey gelebilir, her insan belli koşullar oluştuğunda her şeyi yapabilir; kısacası "hiç bir şey için büyük konuşmayacaksın, yoksa gün gelir üstüne katlanılır hale getirebilmek için pudra şekeri falan serpip afiyetle yemen gerekebilir o laflarını"

17-mutluluk rüyanız : "o"nun ö, p, z falan çıkmaması artık...


18-sizce mutsuzluğun tanımı : hayal kırıklarının cam tozuymuşcasına vücudunda dolaşarak canını yakması

19-nasıl ölmek isterdiniz? : geriye dönüp içimde hala yapmak isteyip yapamadıklarımın kalmadığı bir zamanda acısız bir şekilde...

20-öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini istersiniz? : "sana verdiğim hayatı yaşanabilecek en güzel ve doğru şekilde tamamladın"

9 Ekim 2010 Cumartesi

ÇOK ASİL(?!!) YÜZLEŞME

Eski adet bir yılbaşı oyununun gayet zamansızca saçma sapan oynanmasıydı bu; 1. ve 2. çinkoları zaten yapmıştım ama tombalada hiç gözüm yoktu açıkçası. Yine de bu vakitsiz oynanan oyunda sıra bendeymiş, onu da yaptım sonunda!

2 gün önce son derece yorucu bir günün peşinden eski bir arkadaşımı kıramayıp ufaktan demlenmeye başladığı yere gittim, gözlerimin kapanması an meselesi!.. Zaten tadım tuzum yok, uykusuzluktan harap vaziyetteyim, masada mal mal oturuyorum. Bari dedim yemek söyleyim, çıktığım bir işe yarasın. Aşçının da eli ağır mı ne artık o gün, uzadıkça uzadı. İçeride sigara içilmiyor diye biz soğukta dona dona inatla oturuyoruz. Neyse, önüme servisi açtılar, nihayet o gün ilk lokmamı yiyeceğim... Mekan sahibine "içerde tanıdık var mı" diye soracağım tuttu. Benim "asil hatun"un içerde olduğunu söyledi adam, yanında da eski sevgilim varmış!.. Ohh dedim, yine naaptın neettin buldun belanı. Hayır normalde o gün için dünya programım var. Dans dersim var, kankamla ne vakittir görüşememişiz onla çıkıcaz, bi ara sevgilim gelecek (ve ben muhtemel yine dansı ekicem bu yüzden) hiç birini gözüm yememiş, ofiste ben yarı uyur vaziyette evdeki yastığımı düşlerken birden şeytan aklımı çelmiş, kalkıp asalet timsali kadının bulunduğu mekana gitmişim!..

Ne yapacak bir şey var, ne kaçacak bir alan... Mecbur tırıs tırıs girdim içeri. Ortalık yine buz kesti-ki alıştım artık bunları beraber basmaya. Soğuk soğuk öpüştük ikisiyle de. Asil kadın "konuşalım" dedi. Aldık sigaraları çıktık bahçeye. Bu da başladı günah çıkartmaya. "Ben çok kötü hissediyorum kendimi, sana yalan söyledim ilk kez" dedi... Hmm allah allah? Yani yalan yaşadığını, taktiklerini çözmüşüm artık. Söylemek bir "ilk" oluyor tabi onun lugatında diyerek "hayırdır" dedim onun yüzsüzlüğüyle... "haftasonu biz beraber gittik konsere istanbula" dedi... Allah alllaaaahhh, yani nasıl şaşırdığımı tarif etmem mümkün değil tombalaya!...

Yahu, hala salak ben bi yandan "kızım bak, hadi sezgilerin tavan senin ama ya bu sefer yanılıyosan? aynaya nası bakıcan" modundaydım. Ama işte insan her oyunu kazanmak istemiyor, yine içim cız etti.. sadece "biliyorum" diyebildim... Bu da aldı sazı eline. Vallahi arkadaş arkadaş gitmişler, aralarında hala hiçbir şey yokmuş. Bunlar onun dışında da arada görüşüyorlarmış ama yeminle her anda hatunun aklında ben varmışım, hiç rahat değilmiş. o yüzden de bu "ilişki"ye izin vermiyormuş.  "yahu" dedim, "bi dürüst ol. siz safi arkadaşsanız şu andaki gerginlik ne? 3 kişi biraraya geldiğimizde şehri besleyecek trafo yanımızda halt etmiş! Hem senin umurunda o kadar olsam zaten işleri bu noktaya nasıl getirirsin?"...

Yok ben anladım bunun asaletini zaten de, iş işten geçti işte... Kadını sinirlendirmek, daha doğrusu kontrolünü kaybettirip en azından sesini yükselttirmek mümkün değil. Hep bir melaike kıvamında konuşmaya and içmiş, sükuneti bozmadan insanın ağzına s...yor. Ortada sanki bunun yediği bir halt yok, durup durup asıl benim eski sevgilimle sorunlarımızı çözmemiz gerektiğini söylüyor... Gerizekalıca önce geldim oyununa "yok yaa, artık ağzıyla kuş tutsa olmaz" falan dedim... Ve bir anda... Bir anda aydınlandım!...

"Dur" dedim, "Bir onu bırak kenara. Sen bana şunu söyle; ben bundan sonra seni sevgilimle aynı ortama nasıl gönül rahatlığıyla sokayım? hani kazara ayrılsam, senin onunla da olmayacağına nerden emin olayım?"... Normal bi kadın olsa en ağır hakarettir bu değil mi? o masayı devirir gider, "sen ne söylüyorsun" diye... Ama bu kadın, hayatında gördüğün "en asil kadın", tabi ki öyle yapmadı; "bak çizmeli kedi" dedi, "bana güvenemezsin, sevgiline de güvenemezsin, hiç kimseye güvenemezsin.. Herşey olabilir. Ben de o yüzden sen sevgilin ve onun arkadaşlarıylayken ortama pek girmiyorum, karşılaştığımda da maksimum elini sıkıyorum; böyle şeylere mahal vermemek için"... Lannnn!!! nasıl bir mantıktır bu? Adamı merhaba derken öpsen yanağından, 2 gün sonra yatağa atma potansiyeli görmek nasıl bir midedir? Bu bir nedir? Az kafasını karıştırınca dengesi de bozuldu işin sonunda asil kadının. Gayet açıkça söyledi, karı beni yoklamış, adamı yoklamış hala birbirimize bir hissimiz var mı diye. Sonra da tutmuş geceyi birlikte geçirelim demiş. Amma velakin (3. saatte tanıdığı bir adamla yatağa girmemesi için ara ara yalvardığımdandır belki) adama elletmemek için de "amanda çizmeli kediyi üzmeyelim, o ne der" diyip uzaklaştırmış ve bana karşı kışkırtmış adamı! "işleri bu noktaya getirdikten sonra ha birlikte olmuşsun ha olmamışsın, hiç farketmez" dedim, "beni bahane etmeyin artık"...

Ben arkadaşlarımla, onların yüzünü görmemek için dısarıda dona dona oturdum. Bu içeri geçti. Arada kardeşimin arkadaşı geldi, bir de ona asılmasa ayıp olacağını düşünerek gerekeni yaptı. Hesabı ödemeden önce bunlara vedaya gittim. Buna iyi geceler dileyip eski erkek arkadasıma "konusalım" ültimatomu verip çıktım dısarı...

O gece 5e geliyordu saate son bakışım, 6.30 da da soğuk suyu üstüme boca etmişler gibi uyandım, tekrar uyuyabilene aşkolsun... Ve bir aydınlanma daha (benimkiler az geç oluyor gerçi)... Yahu, ben adama boşuna kızmışım, karı ta en başından ikimizi de yoklamış. Sonra 3ümüzü bir masaya oturtmuş "bakın siz ne kadar uyumlusunuz, birbirinizi ne kadar seviyorsunuz, niye evlenmiyorsunuz" diye 3 saat bizi sorguya çekmiş. Sonunda aramızda birşey kalmadığına kanaat getirip bi şansımı deneyim demiş (bunları kendi itiraf etti de, bana şimşek geç çaktı). "Erkek ne kadar uğraşırsa o kadar uzun yanımda kalır" düşüncesiyle de herife vermemek için beni bahane etmiş durmuş... Benim sevgilimle bile yatsa bu ona gayet olabilir birşeymiş...
Sonra adamı düşündüm, nerden baksan 14 sene var tanışıklığımız. Biz yedik, içtik her ortama girdik. Benim bütün hatunlarda bu arada oradaydı, ama bu adamın tek bi yan bakışı olmadı? eeee?...
Her şey bi yana, bu asalet timsaline 2 farklı zamanda dedim ki "bak, de ki bana aşığım. Hadi aşktan vazgeçtim, de ki bana çok etkilendim. Bak vallahi anlayacağım".. cevap "2 insanın birlikte olması için aşk gerekli değil"... Lannn!!! ( ağzımı bozdulaaaarrrr)... 2 insanın birlikte olması için hadi aşk lazım değil diyelim, sen beni harcıyosun? Yani sırf merakından, bi kaç geceyi kurtarma sevdandan en iyi arkadasım dediğin insanı harcayıp bir de onun senelerce onca emek verdiği adamla arasına s...yosun!
Aydınlandım.... Bu asil kadını dün sabah saat 6.30 itibariyle anladım...

Ve bugun eski sevgilimle görüştüm... "Ben artık bu gerilimi istemiyorum. Birlikte geçirdiğiniz ilk geceden sonra zaten durum ne olursa olsun değişmeyecekti. Sen mutlu olacağına inanıyorsan istediğin şekilde yaşa, ben seni iyi görmek isterim" dedim. Adam afalladı... İşte sizin aranız kem küm derken "bu sen değil sevgilim de olabilirdi, kızın cevapları böyle böyle. kaldı ki ben onu hayatımdan çıkartmaya karar vermeden o beni zaten çoktan gözden çıkartmış, seninle olmayı denerken beni kaybetmeyi zaten göze almış. Seninle sevişmelerini bana anlatamazdı ki, başka adamları anlattığı gibi" dedim ve adam aydınlandı bu kez... benim erkek arkadaşımı baştan çıkartacağına her ne kadar hala inanmasa da işin diğer kısmını hiç düşünmemiş. Benim "bence birlikte olmanızda bişi yok" diyeceğimi hele hiç hesaba katmamış, iyice şaşırdı. "senin kız arkadaşın olduğu için gereken saygıyı görür, sen rahat ol" dedim en son... Meğer bu tartışma bekliyormuş, sanırım "hayatta birlikte olamazsınız, yüzünüze bakmam" diye şarlayacağımı falan düşündü...

Anlamıyorlar, algıları müsait değil... Hayatta herkes dilediğini yaşamakta özgür... Tek koşul "değer verdiğini iddia ettiğin bir insanı harcamayacaksın!"... Mezhebin kardeşin ya da eş tuttuğunun kıymetlisini sadece "denemek" için hiçe sayacak kadar genişse eğer cehennem senin cennetin bile olmak için lüks bir yer!..

4 Ekim 2010 Pazartesi

ÇOK ASİL KADINLAR

Varmış işte bir bildiğim…

Oldum olası kendime en kızdığım durumdur bu; bilirim, görürüm, sezerim ama gel gör ki konu sevip değer verdiğim kişilerse konduramayıp kendimi ayıplarım. Şimdi bu dursun bakalım bi cepte…

Diğer konu da şu ki, bir önceki yazıda da anlattığım şu kadınlarla pek dost olamama durumum. Çok şükür onunda hakkından şu andaki sevgilim geldi ve ben koca bir kadın-cık- güruhunun ortasına düştüm. Böylelikle zaten pek güzel(!?!!) anlaştığım sevgili hemcinslerimin, ben hemcinsimiz olmayan diğer grupla lay lay loy yaparken gerisinde kaldığım durumlarından da bayadır nasibimi almaktayım.

Ortama large demek hafif kalıyor, XXXL boyutu üstüne tam cuk oturuyor. Ama benim aklım her defasında biraz daha şaşıyor. Neyse aslında milletin naaptığı ne ettiği beni hiç ilgilendirmez. Hayır, sevdiklerimin bile dert yanmalarını, sorunlarıyla boğulmayı zul görüyorum artık, o yüzden kalanlar açıkçası öyle umurumda falan da değil. Ama tek koşul bana dokunma kardeşim! Tamam, bir nevi “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılık ama bir de şöyle düşünelim; ben o yüzüne gülüp, arkasından çatır çatır insanların en mahremini anlatanlar gibi ne yargılıyorum, ne ayıplıyorum ne de konuşturuyorum insanları. Kendime uyanı, sevdiğimi olduğu haliyle kabul ederim, uymayanında yanından çeker giderim. Fakat durum meğer yanlış anlaşılmaya çok müsaitmiş; benim onları kınamamam “ehh nasıl olsa çizmelikedi bişi demez” anlamına gelebilirmiş. Misal, uzun yıllardır devam eden ilişkisini noktalayan kadının kendini toparlaması epey bir zaman alır. Hani klasiktir, derler ya gider önce saçını boyatır diye. Kimi öyle saçını boyatır, kimi de gider hayatını boyamaya başlar… Ha oldu ha olacak derken 3 yaşındaki çocuğun eline pasteli alıp salonun duvarına yaptığından çok da farkı kalmaz akıbetinin.

İşte bu durumda-ydı- bir “iyi” arkadaşım. Saçlarına dokunmadı uzunca bir zaman. Ama çevresini epey bir genişletti ayrılığın hemen sonrasında. Artık ben hiç soru sormadığımdan mı, burnumu sokup hayatını kurcalamadığımdan mı, yoksa anlattıklarını kınamadığımdan mı bilmiyorum, hangi gecesinin kimle geçtiğini tek tek anlatır oldu bana zamanındaki o ketum kız. Sadece arada bir “yıpratıp yorma kendini” dedim; sakinledi. 3 gün sonra yine aynı tas aynı hamam… yalnız işin ilginç tarafı bu yelpaze yavaş yavaş bana ilgi gösteren adamları da içine almaya başladı. Canım bana ne, sonuçta güzel bir ilişkim var, benim zaten o erkeklerde gözüm yok; ama kızcağıza yazık oluyor 1-2 gecelik ilişkilerle diye düşünüyorum. Bu bana yavşayan adamlar gelip bana “ya senin şu arkadaşın ne kadar asil bir kız” diyor, 3 vakte o geceyi birlikte geçirdiklerini öğreniyorum. Ben hala “kızcağız kendini iyice dağıttı” diye sayıklarken kendi kendime, asil kadın bu sefer bir başkasında kalmayı tercih ediyor bir gece; benim eski sevgilimde… hesapta hiçbir şey olmuyor, koyun koyuna uyuyorlar bunlar. Ama erkek bu, eşeğin aklına karpuz kabuğunu soktun kardeşim bi kere. Hem hiç öyle bir düşüncen yoktu, neden adama hadi ben bu gece sende kalayım dersin, dahası hadi kaldın, neden içerdeki odada değil de adamın koynunda yatarsın?

Neyse… Tabi benim eski sevgili “acaba”lanıyor, denemeye başlıyor şansını. Ben hangisiyleysem bunların elinde cep telefonu meçhul birileriyle sürekli msg halindeler ve içtikleri suya kadar anlattıkları benden bir çekinmedir başlıyor. Bir gün adama hayırdır diyorum, bilmem diyor. Ne demek diyorum, neler oluyor? Cevap şahane; “senin yüzünden hiçbir şey olamıyor”… Lannnnnn! Ne demek benim yüzümden? Ellerimle yatağa mı sokucam bi de sizi? Meğer kız hem pası atarmış buna, tam da adam “hadi” dediğinde “ay bilmem ki çizmeli kedi ne der? O benim için çok değerli” diye yan çizermiş. Adam da bana içten içe dellenmeye başlamış. O gece kıyamet koptu; herif 10 senedir ne söyleyememişse bana kustu hepsini. Şimdiki ilişkimden girdi, eskisinden çıktı. Kendinden sonraki herkesle olan ilişkilerime, sevgililerime sıçtı sıvadı. Neymiş? Ben ona göre çok yanlış şeyler yaşıyormuşum ama o alt tarafı tek gecelik bir ilişki yüzünden neden suçluluk hissediyormuş?

Salaklığım burada kalmadı, eve gidince dayanamadım “hadi bu kadar gerilmeyelim, gerek yok” türünden ılımlı bir yazı yazdım buna. Sabah kalkınca ilk işi msn i açıp kaldığı yerden sıvamak olmuş, bu sefer daha da ağır yazdıkları, bi o…pu demediği kalmış-zaten ona da getirmiş bikaç yerinde 3 a4lük yazının.

Ertesi gün bizim asil kadınla konuştuk, “yok ben sizin bunca senedir dostluğunuzu bozamam, sizin olay zaten bizim 3ümüzün durumundan çıkmış, hadi öpüşün barışın” tadında. Adam buna da “2nizlede bi süre görüşmeyeceğim “ diye yazmış meğer gündüzden. Kıza dedim, hayır aşığız diye gelin bana, başka türlü düşünelim. Ama dünyada başkası mı kalmadı? Eski sevgilimle seneler sonra, birlikte onca ölüm kalım atlatıp dost olduysam, senin her gün değişen gecelik ilişkilerine ses etmediysem o kadar da large değilim! Tabi bu son cümleyi söyleyemedim nedense…

Bikaç gün her şey süt liman oldu. Hesapta adam elini ayağını çekti ikimizden de… sonra ben bunlarla 2 kez karşılaştım gittiğim mekanda. Yine ses etmedim. Zaten tesadüfen karşılaşmışlar!...

Perşembe günü bizim gecelerden birinde bir arkadaşla konuşuyoruz, “bir haftasonu ayarlasakta şu senin at çiftliğine gitsek bizim sevgilileri de alıp” dedim. Adam benim bu hatunla zaten Cuma aksamı gideceğini söyleyip bizi de davet etti. Yarın uymaz başka zaman dedim. Sonra başladı bu anlatmaya; “ya işte biz bi gece onunla beraber olduk, ama çok asil bir kız o. İnanılmaz asil”… benim şalter bi cızırtı yaptı tabi o anda… öyledir dedim sustum susmasına da, yahu, napıyosun sen? Hayır benim eski sevgilime göz koyduysan bari adabınla otur. Yarın boynuzlayacaksın onu işte duyuyorum ben? (ha bu arada belli ki benim yüzümden olayın içine bi yasak kavramı girdi, bunlar tek geceyi biraz uzattılar)

Cuma aynı adamla karşılaştım, hayırdır dedim? Kız istanbula gitmiş, ekmiş bunu. Hmmm dedim sadece, ama cumartesi şimşek çaktı birden; bunlar kesin scorpionsa gittiler dedim. Aldım telefonu elime, aradım ikisinide. Açılmadı. Aksam hatun aradı, konsere gidiyorum kardesimle diye. Dedim 1. Çinko… heriften hala ses yoktu, ben de yavaştan kendimden utanmaya başlamıştım yine klasik. 2 saat öncesinde adam face e konser videolarını koymaya başlayana kadar!.. 2. Çinkoyu da yaptık mı sana!.. benim artık tombalaya falan mecalim kalmadı neticede. Asil asil ne haliniz varsa görün, ama insanı salak yerine koymayın artık daha fazla!..

PS: son gelişme; face e 1-2 comment yazmıştım, simdi msg atmış adam “hayırdır, gergin gördüm seni. Kim kızdırdı” diye… eceli gelen köpek diyorum…

28 Eylül 2010 Salı

SONRADAN İÇİMDE HORTLAYAN GEYŞAYI ÖLDÜRESİM VAR!

Hiç böyle huylarım yoktu; pek feministte sayılmazdım gerçi ama, hani şu adamın gözünün içine bakan hatunlardan olmadım. Akşamları basar dışarı çıkarım, kimi rahattır kimi bildiğin maço; bir dünya olay olur, baktı benle kavga edilmiyor -beceremem hiç- suratını sallar sonra alakasız bir şeylerden kıyameti kopartır falan. Ha alttan alırım, susarım o başka. Ama bildiğimi de okumaktan pek vazgeçmemişimdir. Bir de erkekleri şaşırtan başka bir durumum vardır ki -vardı demek lazım aslında- o da kızlar grubumun olmayışıdır. Tek tük iyi dostum vardır hatun, geri kalan erkek kankalar diyarı. Bu adamlarla aramda birşey olmadığını, her nedense kabul etmek istememişler, kimi gizliden kimi gayet açığından diş bilemişler, onlarla görüştüğümde sonraki bir kaç günü cehennem etmişlerdir. Dediğim gibi, her ne kadar sinirlerimi yıpratsalarda çok da değiştirdiğim söylenemez durumu(aslında ben de zormuşum sanki)...

Bunlar işin bir yönü tabi, geyşalık durumuyla çok da bir ilgisi yok. Ama tarz bu olunca öyle adama sofralar donatayım, kapılarda karşılayım, meyvesini soyup yedireyim olayları da bana yabancıydı. Kaldı ki evet, geyşalık bu da değil... anlatıcam...

Ne olduysa bir sene önce -artık araftaki bir geyşa tuttu benim bedeni mi seçti kendine, sevgilim mi çok işini bilir bir adam çıktı orasını bilmiyorum- bende bişeyler değişmeye başladı. Bir buçuk sene önce bir adamla tanıştım. Hani o ilk görüşte aşk var ya, o olay. Elim ayağım zangırdadı, bir daha nerde görürüm nasıl yaparım bilemedim. Nasıl yapma kısmı aslında burda biraz karmaşık, yazıyı bulandırmayayım. Ama çok da olur bir ilişki değildi. Üç aya yakın olmazlandım, kimi zaman (aşığım ya) bırakıverdim kendimi, ama çoğunda "yok ıhh ıhh, bu iş yürümez en iyisi hiç başlamasın" dedim, çarptım kapıyı suratına gittim.

Olmadı, ne tamamen uzaklaşabildim ne vazgeçebildim. Başlarım olmazlara, ben bu adamı yaşayacağım dedim...
Ahh, iyi ki de demişim. O ilk zamanlar hayatımın şaşkınlıklarını yaşıyordum. Hiç tanımadığım bir erkek tipi adam, "senin ordayım uğrayım" diye arar, yok derim iş yetiştiriyorum sonra... "olmaz, özledim kısacık geliyorum" diye dayanır kapıya. Hayır kendimi naza çekme huyum yok, ama iş de beklemiyor bazen. Bu gelir yanıma oturur, kahvesini alır. Ben çalışırım o izler, sonra öper kucaklar gider. Başka zaman gelir, saatlerce bilgisayar başında oturup çizmekten sırtımın muhtelif yerleri bana sancı yoluyla can çekiştirmektedir, uzanırım kanepeye. Agrılarım geçene kadar masaj yapar, "hadi sen çalışmaya devam" der gider. O zamana kadar hiç şaşmadı, ne zaman sevgilim sıfatını taşıyan adamla 4 duvar arasında yalnız kalsak adamlar fırsat bu fırsat diyip üstüme atladı. Alışmamışım böyle adama ki, bana bi tuhaf geliyor.

Neyse böyle böyle başladı bizim hikayemiz. Giderek tanıdım, daha da tanıdıkça hala arada şaşırıyorum huyuna suyuna. Ben bu kadar yumuşacık, insanlara sevgiyle bakan, şu yaşına gelip hala içine kötülük girmemiş birini tanımadım, ne kadın ne erkek.

Haliyle öyle tartışmalarımız, kıskançlık krizlerimiz(en azından onun, ben ara ara az çıldırmadım çünkü) falan olmadı. Peki noldu? Ben ne zaman bir erkek kankamla çıksam bir iki saat geçmeden bu arayıp "hadi özledim gelip seni alıyorum" diye kaçırdı beni olay yerinden. Baktım adam ne surat asıyor, ne bişi diyor kıyamadım. Herhalde dedim söyleyemiyor ama rahatsız durumdan, amaan canım nolcak ben de eskisi kadar görüşmeyivereyim... Verdiğim ilk taviz bu oldu...

Bir iki kez uyur uyanık uzanmışken sırtını kaşımışım, adam ilk ona alıştı. Hani benim kronik sırt ağrılarıma kıyamaz, masaj falan yapardı demiştim ya; ben yine kıyamadım bi sefer de ben yapayım bari eşek olmayım dedim bunun omzu ağrıyınca. Yapış o yapış. Yok adam allahı var şimdiye kadar hadi bana şunu yap, hadi bunu pişir demişliği yok. Ama bana oldu olanlar, baktım masajı seviyo, adamın haftanın en az 2 günü masözü haline geldim. Hayır öyle sırt omuz falan değil, ayaklarına kadar bildiğin masaj... Yemeklerden konuşuluyo olsa, arada bu da "aaa bende çok severim" dese ben koşa koşa git, öğren, yap, yedir. Yahu nasıl bir kadın kocasının-sevgilisinin banyodaki kılını saçını toplamaktan keyif alır hale gelir? Biri bana bunu anlatsın susucam. Sıkıldım saçımın renginden, aylardır değiştireyim diyorum, sevgilim istemiyor. Eskiden olsa adamın nefret ettiği renk bile olsa canım istiyosa gider boyatırdım direk...

Tabi beni çileden çıkartanların hiç birisi bunlar olmadı... Doğumgünüydü... Bu ara para yok, pul yok ikimizde de. Zaten akşama da gidilmesi gereken başka bi yer var. Dedim ben buna güzel bi yemek hazırlayım, sonrasına da bakarız. İşten erken çıktım eve gittim, başladım hazırlığa. Ertesi gün de ofiste devam ettim, bi kısmını da orda pişirdim. Mumlu şaraplı bir yemek hazırladım. Ve o tuzluk biberliği çıkarttım paketinden... Geldi... Hesapta yemeğimizi yiyeceğiz, sonra gidilecek yere birlikte gidip sonrasında da başbaşa kalırız diyorum. Yemeği yerken "ya dedi işte bilmemkimler var, rahat edemiycez". hayır bende zaten hiç hazetmiyorum, başka zaman olsa mümkün değil gitmem. ama adamın doğum günü!.. Bu da sen gelmeye getiriyo durumu, benim şalter attı. Neyse topladım sofrayı.. İçeri gittim, pastasını getiricem. Zır telefon. E kutlayacak tabi eş dost doğumgününü de, adam kapatmak bilmedi ki. Pastanın mumları yarısına kadar kendi kendine yandı zaten. Tam üfledi, zırr başka telefon -ki o arayanı elime geçirsem yolmaktan beter edicem-.. Bu kapattığında ben artık ağladım ağlayacaktım... Geldi pastayı elleriyle yedirdi bana falan.. sarıldı.. Hatta iki boynumu ovdu, senin yine ağrımıştır diye. Sonra hadi dedi sende doğumgünü çocuğuna. Bana bak dedim, yürü git zaten sinirliyim... Sarıldı bu yine, bi süre kaldık öyle... Sonra baktım ben sırtını kaşıyorum, bu mırıldıyo.. Az da ovaladım falan... "Bebeğim" dedi, "Sen önceki hayatında kesin geyşaymışın"... Orada itekledim, "hadi dedim git işine. naaptın bana anlamadım zaten, senden önceki adamların hiç mi canı yoktu, parmağımı kıpırdatmadım hiçbirine. zaten saçlarımı da boyatmıyorsun".. Son cümlede saçmalamasaydım belki daha iyi olurdu ama bilememişim işte ne diyeceğimi...
Bırakmasını istemedim beni, onu gönderdim bulaşıkları toplayacağım ayağına...
Gitti...
Bizde tuzluk biberliğimle bakıştık...

17 Eylül 2010 Cuma

MASALLAR… KURBAĞALAR… PRENSLER…


Şu minicik çocuklara anlatılan masalların değiştirilmesi ya da ne bileyim, en azından güncellenmesi falan lazım. Agu gugu devresini atlatıp, az konuşup dinlemeye başlayacak kıvama geldikleri zaman ninniden masala terfi ediliyor ve gariplerin bundan sonra uzunca bir zaman körü körüne inanacakları hayaller bilinç altlarına yerleştirilmeye başlanıyor (of ya niye böyle araştırma yazısı gibi başladı bu ben de anlamadım) sen istediğin kadar anlatırken “masal bu ya” lafını araya sokuştur, inanır mı? Sen anlatıyorsun aynı masalı defalarca, televizyonda gidip çizgi filmini falan izliyor, sonra az büyüyünce okumayı sevsin diye ilk aldığın kitaplar yine pamuk prenses, kül kedisi, kurbağa prens oluyor; çocuğun ruhuna işliyor. Kız geliyor 20lerine, hala muhabbet “beyaz atlı prens”ten öteye gitmiyor. Gitmezde…
Misal ben… 20leri atlatalı da oldu işin aslı epeyce. Ama geçenlerde bir akşam arkadaşlarla deniz kenarında içkilerimizi yudumlarken yanımızda zıplayan bir kurbağaya “aaa eski sevgilim” diyince bu masalların beynimizin içindeki despotluğu bir kere daha acaba dedirtti bana.
Tamam açıklıyorum; benim öptüğüm her prens kurbağaya dönüştü. Oysa ilk gördüğümde her birinin atı çamaşır suyunda günlerce bekletilmişçesine bembeyazdı! E iyi de masal böyle değildi? Bir keresinde dedim bende bir terslik var, zaten ben kurbağayı öpücem, o prens olacak. Hadi dedim onu deneyeyim. Israrla yanımda zıplayıp duran kurbağayı öpüverdim, tık yok! Bi daha denedim, ı ıhhh… yok ama bende de inat var, dedim büyü kesin sağlam yapılmış, ama nasılsa geçecek. Azmin elinden bişi kurtulmaz, birden adam hoop oluverdi sana prens. Ha yakışıklı prens demiyorum ama prens işte… tabi bunda belki de benim senelerce canıma okumasınında payı vardır, malum kadınlar olarak –dönem dönemde olsa hepimiz böyle bir adama tutulmuşuzdur, herkes itiraf etsin- ağzımıza salıncak kuran erkeklerden çok hoşlanırız ya!.. O bana ayarı verdikçe ben bi tutul, bi büyüt gözünde… Neyse… sonunda durum anlaşıldı zaten, meğer kurbağada malum cadıya ters büyü yaptırmış, prensliği geçiciymiş. Döndü eski kurbağa haline, hala vıraklar durur arada…
Ama bana ders oldu, en azından artık kül kedisine inanmıyorum. O masalda ters yazılmış. Sen annenin evinde el bebek gül bebek büyü, yakışıklı prens gelsin alsın seni, atsın atının terkisine. Sonra git evi barkı, şöminenin küllerini temizle. Niye? Adama 3 kuruş temizlikçi kadın parası çok gelecek çünkü!..
PS1: bi tek Çizmeli Kediye laf yok masallar içinde :)
PS2: saçlarımı uçlarından 2 cm de kestirsem 2 hafta kendime gelemememin sebebi rapunzel olabilir mi?
PS3: geçenlerde kurbağa prensin son animasyon filmini bulmuştum bi yerlerden, gidip onu seyredeyim şimdi..

12 Eylül 2010 Pazar

BİTEN BİR AŞKIN PEŞİNDEN ANNENE SARILIP AĞLAMAK


ikinizde yaş-lan/al-dıkça zorlaşandır...

karşılıklı kıyamayışlardır artık birbirine, o senin canının yanmasına kanar, sen onu daha da üzmemek için içine kanarsın... numaralarda da ustalaşmışsındır nasılsa, birbirinden güzel maskelerin vardır, takarsın duruma göre nasılsa değiştire değiştire... sormasın istersin sadece, sussun, ancak o zaman özenle yaptığın makyajının gözlerinden akacağını bilirsin... sormasın, anlatacaklarını artık anlayamayacaktır nasılsa, daha da üzülmesin...

"insan ağlamayı bile özlermiş, sarıldığın annen olduğunda. ilk ayrılığımdaki ağlama krizini hatırlıyorum yalnızca şu anda; telefonu kapatmış ve durduramadığım bir ağlamaya başlamışım. gelmiş sarılmış, dinmemiş, yanagımı tokatlamış, tekrar sarılmış. o zaman gelmişim kendime, giderek yavaşlamış gözümden dökülenlerin hızı... biraz daha sakinleştiğimde oturmuşuz karşılıklı koltuklara, sigara paketini uzatmış 'hadi yak bir tane'. o zamanlar sigara içtiğimden şüpheleniyor ama bilmiyor daha, gözlerine bakmadan almışım, tüttürmüşüz karşılklı. 20 yaşımda falan olmalıyım o ara, o gece annem olmasa nasıl geçerdi hala bilmem...
yok, hiç kolay aşkım olmadı benim de -gerçi kim der öylesine sıradandı işte diye- zaman geçtikçe daha bir dolanıyor herşey sanki. karmaşıklaşıyor, anlatmak zorlaşıyor. aşkla büyümek, annenle arandakileri kopartıyor..."

8 Eylül 2010 Çarşamba

Doğru Yer, Doğru Zaman, Doğru İnsan...


kinder süpriz yumurtaymışcasına tanımlanan aşk tarifi; ama çok üzgünüm, yok öyle bir şey. gidip de "hem eğlenceli bişi istiyorum, hem oyuncak, hemdeeee çikolataaa" dediğin zaman şımarıkça kimse arkasında sakladığı o doğruların üçünü birden veremez sana bir kapsülde.

biri çıktı karşına diyelim; hani çıkmaz sandıklarından, ya da "öyle birine rastlasam hayatta bırakmam" beylik cümlelerini kurduklarından. bir de üstüne öyle bir zaman ki, etrafına gören gözlerle baktığın, teğet geçip ıskalamadığın. dogru yer mi değildi? nerden biliyorsun ki, orada olmasa belki sittin sene tanışamayacaktın o adam/kadınla!

hadi diyelim yer müsait, insan yine doğru kişi. ama zamanlama boktan, ne olmuş? çok mu zor az biraz ileri sarmak vakti, akrep ve yelkovanıyla aldatmak saati? birkaç ajanda değiştirdikten sonra hayıflanmak mı daha iyi dersin; ve o çok dogru dediğin yerde sızlamayacak mı bundan sonra burnunun direği?

yerine de başlıycam artık zamanına da! doğru olanı buldun da gerisi kaldı.
bıraksana; her şeyi boşverip yaşayacaksın dibine kadar o insanı!...

11 Temmuz 2010 Pazar

Yoksun

Kış olsa gerek; önlerimizde birer fincan kahve, etrafımızda yer bulmaya çalışan insanlar oturuyoruz... Ne kadar şeker atarsam atayım tadı yok kahvenin. Diğer masalarda oturanlardan daha tanıdık değilsin bana. sanki gözlerini ilk kez görüyorum ürpertiler içinde, bakışların yabancı, sözlerin yalancı... İçimde açılan koca oyukların üstünü kapatabilirmiş sandığın oradan buradan konuşmaların, kelimelere boğulmuş sessizlikten başka birşey değil. Yüzüne bile bakasım yok, köşeye ışıksızlığına aldırmadan koydukları benjamin gözüme çarpıyor... Seni dinleyip bendeki yokluğunu daha da derinleştirmekten daha az acıtıyor üstündeki yüzlerce yaprağı saymak... Sessizliğimin çığlıklarını sayılar bastırmazsa heran kaçabilirim oradan, tam hakettiğin gibi, tam nefret ettiğin gibi ve hiç yapamadığım gibi. O an aklıma geliyor, belki de hiç dönüp arkamı gidemediğim için bunca bağlandın bana. terk edilmeyeceğinin rehaveti kolayca parçalayıp savurma hakkıyla değişti ya da... Bilmezsin ki, ben giderim senin ruhun duymadan... bakışların yumuşadı, yine o bilindik rahatlık seni sardı... Ne acı, farkında bile değilsin kasırgalarımın... Sevgim yaprakların sayısında içlerine karıştı, ruhum o masadan çoktan kalkıp kaçtı... Sen artık bende yoksun..."

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Tuzluk Biberlik


dört sene kadar önce olmalı, rossonun yeni açıldığı zamanlar. sevgilim çok sevmiş, yine sevdiği yere de takıntılanmış, bir gün gitmesek ertesi gün kesin oradayız. evet ilk orada başladı...

bir gün masanın üstündeki tuzluk biberliği gördüm ve aşık oldum -canım oluyorsun işte arada sırada eşyaya, çiçeğe böceğe de. ama ille olmaz diyen varsa kısaca bayıldım diyelim-.. ince metalik ve masaya açılı duran iki zarif silindirden birini kapıp ters çevirdim, markasını okuyup direk alıcam ertesi gün!.. durum aslında çok normal, son derece de kadınca bir durum gibi görünse de ben her nasılsa hatunluğun o geninden bir şekilde mahrum olduğum için salaklık derecesinde dikkatsiz bir de üstüne unutkanımdır. çok hoşuma giden bir eşyanın kapıdan çıkmamla şeklini şemalini unutmam bir olur. tuzluk biberlik öyle olmadı işte...

hayır ertesi gün koşa koşa gidip mağazanın kapısına dayanmadım ama bir kaç gün sonra bu sefer bir başka masanın üstünde gördüğüme kapıldım, yine ters çevirip nerden bulacağıma emin olma hareketi...

işimiz gücümüz yolunda görünüyo artık, ehh bir sene de oluyo ilişkimiz. kendi annemi "amaaaann" diye susturmak kolay da, o zamanlar müstakbel görünen kayınvalide adayına bişey söylenmiyor "ehh kızım hadi hayırlısıyla yavaştan eviniz barkınız olsun artık" dedikçe. olan benim tuzlukla biberliğe oluyor, gidip bir türlü alamıyorum; alırsam kesin evlenicem şeklinde saçma bi paranoyaya dönüşüyo durum. adamı sevmediğimden değil, ilk görüşte çarpılmışım, aşığım da hala ama ikinci gününde bile tanıdığımın evlenmeyecemi biliyorum onunla.

ne o tuzlukla biberlikleri aldım ne de o adamla evlendim. ama girip çıktığım yerlerde nerde sevdiğim bi tuzluk biberlik görsem arkasını çevirip ilk fırsatta almaya niyetlendim. rastgele dolaştığım mağazalarda her şeyi es geçip tuzlukla biberliklerin nerede olduğunu farkında bile olmadan bulmak gibi bir yetenek edindim ve illa ki bir çiftine raflarda aşkımı ilan ettim. ama elim gidip birini bile kasaya götüremedim. hayatımda biri olduğunda "eyvah evlenirsem" korkusu, olmadığında "sanki sofra mı kuruyorum" sorgusu tuzluk biberlik aşkımla arama girip durdu.

işin kötü yanı bunu hatunlardan birine de bulaştırdım, kızcağız benden beter oldu. onun yelpaze fanus kadehler, kare tabakları da içerecek kadar genişti gerçi ama niyeyse tuzlukla biberlik daha bir içine oturdu. "al çık o kadar düşüneceğine, ne var bunda" değil mi? değil işte... "tuzluk biberlik = doğru adam" denklemi kuruldu zaman içerisinde. arkadaşımın ki başından, benimki az sonradan yakaladı bu abuk durumu. "hayatımı bu adamla geçirmek istiyorum" dediğim anda bu sefer de tuzlukla biberlik oldu sana aşk acısı; alsam kaç yazar, evlenemeyeceğiz şimdi de. arkadaşım da doğru adamının yanlışlığına karar vermiş zaten epeydir... sonunda hatunla alışverişlerimizde o raf kabusumuz oldu...

yakın zamanda aradım bunu, "bana bak" dedim "sevdiğimiz ilk çifti alıyoruz bundan sonra. senin şu dev kadehlerden de alalım, ne mahrum edicez kendimizi. en kötüsü dursun bi kenarda". başta hık mık, sonra tamam dedi... ama yine elimiz gitmedi... gider miydi, bilmiyorum.. dediğim gibi üstünden de pek geçmedi...

on gündür görüşememişiz, en son ben hayatımın adamına nokta konuşmasını yapmış peşinden gecenin bi yarısı "beni al ölüyorum" diye kızı aramışım. apar topar gelip, sarhoş olmaya çalışan beni alıp az daha içirip bırakmış. o da kendini bikaç gün şehir dışına atmış, kendi derdimden döndü mü diye arayamamışım. "havadisler var" diye arıyor...

çok düşünmeden, yapacak hiç birşey bulamadığımızda kolaya kaçıp gittiğimiz yere gidiyoruz. aklımdan yıldırım hızıyla düşünceler geçiyor, hangisi oldugunu söylemeye hatun resmen yüzgörümlülüğü istiyor... istediği kadar varmış...

"tuzlukla biberliği" alıyoruz diyor... mutluluktan ağlamamışım çok uzun zamandır...
"ben alıcam sana" diyorum, "sende benimkileri alırsın"...

Biten Bir Aşkın Ardından Yıllar Sonra Ağlamak


Ertelemek değildir...
Zamanında dökmeyi reddettiğin gözyaşını akıtmak hiç değildir!...
Hayatından 'güven' kavramını silmektir...

"Birden düşüyorsun aklıma, nerelerdesin şimdi kimbilir. Yoğun olmalı yine işlerin bu vakit, bir de beklenmedik işin çıktı ki... Odaya geçtiğimde gözüm beraber çektirdiğimiz resme takılıyor, son fotoğrafımız. Kaldırmıştım bir yerlere ama şu temizlikçinin son zamanlardaki marifeti, çıkartıp koyuyor her seferinde baş köşeye. bir çekmeceye atmalı aslında ama elim varmıyor... Nasılda güzelmişiz...
Kanepeme dönüyorum... Bilgisayarı kurcalıyorum, oyalanmalı biraz... "hadi" diyorum "msn spaces"daki resimleri düzenleyim, temizlenecekler gitsin artık"... Siliyorum birkaçını, diyorum yenilerden ekleyim. Yine kendimi seninle resimlerimize bakarken buluyorum. O ilk zamanlarımız, matruşkamdan aşırdıklarım, doğumgünüm, düğünler dernekler... Yok, bu da olmadı... Bırakıyorum, uzanıyorum kanepeye, uyumalıyım...
Yavaş yavaş bir gevşeklik çöküyor üzerime,bir de günlerin yoğunluğun yorgunluğu... 10 dakika uyudum mu bilmiyorum saat gibi kurulmuşcasına açılıyor gözlerim gecenin kör vakti. tv açık, hani başroldeki adamı sana benzettiğim, söylediğimde "hakkaten benziyor ya" dediğin dizi başlamış. Kaçırmışım o bölümü, izlemeye başlıyorum. Yanaklarım ıslanmaya başladığında farkediyorum desem inanır mısın ağladığımı? Durmuyor, durduramıyorum... Vakit sabaha yaklaştı, seni aklımdan atamıyorum... o esas kızla esas oğlanın aşklarını imkansız sanmalarını bir türlü anlayamıyorum, oysa herşey o kadar basit ki. Bizimki gibi değil bu dizideki...
Hava aydınlanmaya başlayacak birazdan, bırak artık beynimin içinde dansetmeyi!.. Kalkıp sözlüğe yazmak istiyorum "biten bir aşkın ardından yıllar sonra ağlamak" diye, vazgeçiyorum... O hiç bilmediğim şehirde, tek başıma bir otel odasında hıçkıra hıçkıra ağladığımdan beri ilk kez ağlıyorum, bu sefer bilmeden sebebini...
Uyandığımda bir gece öncesi gelmiyor aklıma, apar topar hastaneye rutin yetişme telaşında... Arabaya bindiğimde çalmaya başlayan telefonu arıyorum çantada, kimin aradığına bakıp bırakıcam ya da açıcam... Matruşkam... Açıyorum...
Gideceğim yere nasıl gittim, nasıl hala konuşup yürüyebildim, nasıl nefes alabildim...
Karmakarışığım, hala arapsaçı kıvamındayım. Ve hala bir öfke yok içimde, ne garip... Sadece derin bir ümitsizlik güvene dair, yazık...
Aşkı aşk gibi yaşatandın sen, aşkı hakkıyla yaşayandın... Güvendin, gözümü arkada bırakmayan... İyisiyle kötüsüyle inandırandın kendine, oyunlardan uzağımdın... Sen bu oyunu en son yapacak adamdın!..."