Sayfalar

3 Ocak 2011 Pazartesi

BİR YILBAŞI HİKAYESİ

Bana sorulmayacak sorulardan birisidir; her yıl aralık ayı gelir ve herkes "naber "in ardından "eee bu yılbaşında ne yapıyorsun" cümlesini illa ki en azından bir kez kurar. Cevabım değişmez "bilmiyorum"... Hakkaten bilmem de...

Yılbaşından hemen 1 hafta öncesi doğum günüm. O daha önemlidir, önce onu halletmeliyimdir. Hoş onun da programı son bir kaç gün öncesine kadar belli olmaz ama en azından yeni yıldan çok daha hallicedir. Aslında bunun sebebinin çocukluğumda ikisinin aile içinde beraberce kutlanması, bir anlamda çocuğun doğumgününü hazır biraraya gelmişken aradan çıkartalım dediklerini düşündüğümden kaynaklandığını sandım uzun zaman. Bu yılbaşına kadar çok şey sandım evet, yılbaşı geldikçe huzursuzlanmamın, programsızlaşmamın, içime afakanlar basmasının sebebini...

Üniversite yıllarımda ve sonrasında hep dışarı attım kendimi. Dışarı dediysem yine çoğunlukla birilerinin evinde gırgır şamata. Yine de bende dinmeyen bir huzursuzluk... Son 3 senedir ağırlığı kendi evim aldı, çıkacaksam da 12 den sonra gezdim dışarlarda. Bu seneye kadar...
Bu yıl evden dışarı atmadım adımımı; ve hatta pijamalarımı zahmet edip değiştirmedim bile. Yeni seneye gireceğimizi tek gösteren annemin bütün gün özenerek kurduğu sofraydı. Bir de herkesin ayrı bir odada tv ya da bilgisayar başında değil, salonda beraber geçirmeye özen gösterdiği saatler. TV de ne zamandır yılbaşı programı hazırlanmıyor, onu bilemiyorum. O eskiden hatırladığımız eğlence programlarının yerini her kanalın hit alan dizisinin yılbaşı çekimi almış. Umudu kestik, tombalayı bulamadık, okeyin otur-tul-duk başına (kardeşim ve ben ıstaka zoruyla). Neyse uzatmayım, artık 12 yi çoktan geçmişken bi annemle ben kaldık salonda, açtık TRTyi. Adamlarında aklı başına o saatte gelmiş sanki, asıl programı gecenin 3üne koymuşlar. 70lerden bu yıla yılbaşı programlarından seçme yapmışlar. İzlemeye başladık...

İzlerken eski yeni yıl gecelerini düşünmeye başlamışım. Ama bir kopukluk var. 18imi 1 hafta öncesinde doldurduğum yılbaşının gerisine gidemiyorum. İlerisi zaten tatsız tuzsuz ve illa ki hep huzursuz da, öncesinden bir kaç sahne dışında hiç bir şey hatırlamıyorum!..

Üniversiteye hazırlanıyordum o yıl, 2. girişim olacaktı. Saplantı derecesinde tek meslek istediğimden, bizimkilerinde tutmazsa bir seneyi daha gözden çıkaracağımı bildiklerinden bir iki dersten özel ders alıyordum, hani şu 3-4 kişilik gruplar falan. Bir hocam 31 aralık gününe de -ki pazara geliyordu- ders koydu. Bizimkilerin "bugünde ders mi yapılırmış" söylenmelerinin eşliğinde aldım kitapları, gittim adamın bürosuna. Bir başka dersin hocası olsa seslerini çıkartmazlardı aslında.

Şöyle bir durum var, annem kahin derecesinde bir 6. hisse sahiptir. Birkaç hafta önce aldı beni karşısına "ben bu adamdan hiç hoşlanmıyorum, bak rahatsız edecek birşeyler yapıyor mu" diye sorguya çekti. Hayır adamı görmüş etmiş değil hayatında 1 kez. Şüpheleneceği bir durum da yok bildiğim kadarıyla ortada. Anlamadım. "yok anne, ne alakası var. valla yok öyle bişi, hem bak ne diycem, sen yeni yıldan sonra gel büroya, hani durumumu falan sormak ayagına, tanış, gör adamı. İçin rahat etsin seninde" dedim. O kadar güveniyorum. Adamın yaşı diğer hocalara göre daha genç (13-14 yaş falan büyüktü bizden), hani daha gırgır, daha dilimizden anlıyor falan. O yüzdendir diye düşünüyorum annemin paranoyaklaşmasını. "Hem bak diyorum yuhh, adam evli, daha yeni bebeği var"... Diyorum ki annem rahatlasın. O yaşlarda bunların kafasına koymuş adam için evliliğin, çocuğun sivrisinek vızıltısından daha rahatsız edici olmayacağını bilemiyorsun tabi...

Bürodayız... Diğer hocaların hiçbiri o güne ders koymamışlar. Bizde 2 kişi gelmişiz. Diğer çocuk zaten problemli birşey. Babası benden 2 yaş büyük bi hatunu almış buna "bu senin yeni annen" diye getirmiş birkaç hafta önce, çocuk hıncını nereden alacağını bilemiyor. Daha dersin başında hocayla kavga ettiler, vurdu kapıyı çekti gitti bu!.. Biz kaldık mı başbaşa. Büroda yalnız olmayı bırak, apartman da ful işyeri. O gün hangi akıllı gelip açacak ki? Bütün binada yalnızız. Ortada acayip bir sessizlik var. Bir anda beynimde bir şimşek çaktı; "ya bu adam bana saldırırsa şimdi?" Hayır ortada fol yok yumurta yok, adamın öyle sarkıntılık ettiği hiç yok. Ama beni aldı bir korku. "Paltom kapıda, kitaplar içerde kaldı. Çantam yanımda ama, bi onu alır koşa koşa çıkarım, bişey olmaz" diye kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum.

İşler öyle yürümüyormuş. O yaşta, sen ne olduğunu anlamadan, hiç ummadığın bir adam sana dokunmaya başladığında her yanın taş kesiliyormuş. Beynin ışık hızıyla çalışsa da, hiç bir organına söz geçiremiyormuş. Hayır, çok ileri gidecek bir şey yap-a-madı. Öyle çok bir mahremiyeti zedeleyecek birşey de olmadı. Ama o vakte kadar bir sevgilisi bile olmamış ben, anneme birkaç hafta önce o adamı savunmak için diller döken ben, bana birşey olmaz koşar giderim kim ne yapacak diye ahkam kesen ben; o adamın o yılbaşı akşamüstü tacizine uğradım ve kaskatı kesilmek dışında hiç bir şey yapamadım.

Çocuk aklı, insan gurur yapıyor o yaşta. Gurur da değil belki de; hani ben onu anneme savunmuşum, hani hiçbirşey anlamamışım öncesinde, ve bak işte sonunda annemin dediği olmuş!.. Çıt çıkartamadım. Hiç bir şey söyleyemedim bizimkilere. O yılbaşı gecesini müthiş bir suçluluk içinde, annemin gözlerine bakamadan geçirdim. O sübyancı şerefsizin (sonrasında anladım, 18imi doldurmam için beklemiş 3 ay) yapmaya utanmadığını ben aileme söylemekten, birilerine anlatmaktan utandım. Hala da buraya yazarken utanıyorum...

2 yorum:

  1. Şimdi ben buraya böyle okkalı bir küfür sallardım ama malum, umuma açık.. Ne hissettiğini, utancını, dillendirmenin, kağıda kaleme dökmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum.. "Ne yazık ki" seni anlıyorum..

    YanıtlaSil
  2. zormuş.. üstünden o kadar uzun zaman geçti ama unutulmuyormuş..
    anlaşılmak hep rahatlatır insanı da, böylesi olunca başkalaşıyor :(.. ve ortalık malesef böyle şerefsizlerle kaynıyor

    YanıtlaSil